İlk kitap söyleşilerimizin bu haftaki konuğu Olisipo Yayınları’ndan çıkan “Yeniçerinin Çektiği Fotoğraf” isimli öykü kitabıyla Murat Gil.
"Edebiyatla ilişkiniz nasıl şekillendi? Sizi yazmaya
iten içsel motivasyon neydi?"
Okuma alışkanlığım lise yıllarında başladı diyebilirim.
Fantastik edebiyatın en önemli evreni, "Yüzüklerin Efendisi"
okuma rutinimi oluşturmuştur. Hatta o yıllarda bu sevgi, geleceğini çizmek için
türlü yollar arayan bir gencin sığınağı da olmuştur. Yapabileceğim işler
arasında bana en uygun olanı seçmeye karar vermiştim. İki seçeneğim vardı
çizmek ya da yazmak. Yazmak yolunda yürüdüm. Bu sonrasında işimin de çok önemli
bir parçası haline geldi. Öğretmenlik tercihinin ardından edebiyata daha
profesyonel bir gözle bakmaya başladım. Öğretme motivasyonu hem okuma hem
de yazma performansım için belirleyici olmuştur. Ama yazmaya lise yıllarından
itibaren şiirle başladığımı söyleyebilirim.
“Kitabınızın fikir aşamasından tamamlanışına kadar geçen
süreci bizimle paylaşır mısınız? İlham kaynağınız, isim seçimi ve yazma
alışkanlıklarınız bu süreçte nasıl şekillendi?”
Kurgu metinle ilişkim 2010 yılına kadar iyi bir okur olma
düzeyindeydi. O yıl yaratıcı yazma konusunda sınıflarımda sunum yapmak adına
bir metin ele almam gerekti. Polisiye bir gençlik hikayesi yazdım. Amacım
her bölümünde gerilimi daha da artırmak ve finalde güçlü bir pilottwist ile
öyküyü tamamlamaktı. Tabii klişelere boğulmuş uzunca bir hikâye çıktı ortaya.
Öğrencilerimle bol bol güldük bu öyküye. Bir yandan kurgu metin yazmaktan keyif
aldığımı hissetmiştim. Öykü serüvenim orada başladı diyebilirim. Sonrasında
yazmaya başladım. Biraz kendi kuşağımın çocukluğundan biraz basit insan
hikayelerinden aldım ilhamımı. Tek çocuk olarak büyüyenler bilir. Kendi hayal
evrenleri vardır onların ve belli bir yaşa gelene kadar kendi kurguladıkları o
evrende oynarlar. Öykülerimi o çocuğun hayal evreninde hissederek kaleme aldım.
Sonrasında yazdıklarımı yayımlatmak için dergilere göndermeye başladım. Bazı
öykülerim takdir aldı ve yayımlandı. Düşüncelerine önem verdiğim arkadaşlarıma
da okutuyordum öykülerimi. Onların eleştirileri hoşuma gidiyordu. Öyküler
yıllar içinde bir dosya oluşturabilecek sayıya ulaşınca dergi sayfalarında
kalmasınlar istedim. Birkaç kitap yayımlatma denemem başarısızlıkla sonuçlandı.
Sonra bir gün edebi duruşuna ve kalemine çok saygı duyduğum Sıtkı Silah ile
paylaştım dosyayı. Sıtkı Abi öykülerime güvendi, Yeniçerinin Çektiği Fotoğraf
(YÇF) Olisipo'dan 2025'in haziran ayında yayımlandı. Kitabın içinde yer alan
öykülerden biri kitabın adı oldu. Kafamda adım soyadımla müsemma başka kitap
isimleri de vardı ancak o öyküleri bu dosyada kullanmadık. Belki ikinci
kitaba...
“Kitap dosyasınızı yayınevlerine gönderme ve dosyanın
kabul süreci nasıl gelişti. Bu yolculukta karşılaştığınız zorluklar size neler
öğretti?"
Edebiyat tarihini yakından incelediğimiz için yazarlık
işinin geçtiği merhalelere hakimdik. Bu yüzden bu işlere dışarıdan bakan biri
gibi büyük hayalkırıklıklarım olmadı. Yayınevlerinin eser seçme ritüelleri
birbirlerinden farklıydı. Son dönemde ücreti mükabilinde eser yayımlatan ya da
doğrudan yayıncılık prensipleriyle kitap bastıran arkadaşlarım olmuştu.
Bunlardan biriyle ilerlemek istemiyordum. Yayınevlerinin neredeyse hiçbiri ya
dönüt vermedi ya da verdikleri dönütler otomatik olarak oluşturulmuş metinlerdi.
Yalnızca NotaBene Yayınları emeğime saygı duyarak kapsamlı bir eleştiri ile
dönüş yaptı. Aslında o dönüş benim dosyamı yeniden kurgulamama vesile olmuştur.
Bu bağlamda NotaBene'nin hakkını teslim etmeliyim. Bu süreçte yayıncılık ile
ilgili detaylara da ulaşmış oldum. Sabretmenin önemli olduğunu biliyordum tabii
ama kitap yayımlatma sürecine özgü bir bekleyiş bana aceleci olmamak
gerektiğini de gösterdi. Ayşe Kulin ilk kitabını yayımlatmak için 25 yıl
beklemiş, bizim bekleyişlerimiz bunun yanında nedir ki?
“Edebi yolculuğunuzda sizi besleyen kitaplar, yazarlar
veya kuramsal fikirler nelerdi?"
Aslında iyi bir öykü okuru değildim. Görevim gereği öykünün
bizdeki kült eserlerini okumuştum. Sait Faik, Ömer Seyfettin, Memduh Şevket vb.
Dünya öykücülüğüne ise hakim olduğum söylemezdi. Ömer Seyfettin'i ayrı yere
koyardım. Onun eserlerinin sürükleyiciliği, kurgudaki başarısı, dile
hakimiyeti... Ben olay öykücülüğünden keyif alıyordum. Yazmaya başlayınca
günceli takip etmem gerektiğinin farkına vardım. Önerileri takip ederek
kitaplığımda güçlü bir öykü köşesi oluşturmaya karar verdim. Yazarlar raflarda
yer alırken Mahir Ünsan Eriş ile tanıştım. Adeta büyülendiğimi hatırlıyorum.
Harika yazıyordu. Tam da yazmak istediğim gibiydi yazdıkları. Bir söyleşisinde
öyküyü bıraktığını ilan edince çok üzülmüştüm. Sonrası geldi işte. Öykünün
yaşayan efsanelerini, yolun başında ama gelecek vaadeden diye
etiketlenenlerini, ödüllüleri, bu işe gönül verenleri ne bulduysam okumaya
çalıştım. Yaklaşık on beş yılda azımsanmayacak sayıda öyküye ulaşmış oldum
böylece. Öykü okumayı romana tercih ediyorum hâlâ.
“Biraz da Yeniçerinin Çektiği Fotoğraftan bahsedelim, bir
bütünlükten söz edilebilir mi bu kitapta? Öyküleri nasıl seçtiniz?"
Bu dosyada 12 öykümü kullandık. Bunların elbette ortak
noktaları var. Ekseriyetle basit insan hikâyeleri anlatmayı seviyorum. Basit
deyince gündelik yaşamda karşılaştığımız insanları kastediyorum tabii.
Öykülerin neredeyse tamamı olay öyküsü türünde kaleme alındı. Birkaç öyküde
büyülü gerçekçilik izlerine rastlayabilirsiniz. Öykülere masalsı bir atmosfer
katmayı seviyorum. Öyküleri seçerken hem Genel Yayın Yönetmenimiz Sıtkı Silah
hem editörümüz Mine Orta'nın değerli yönlendirmeleriyle hareket ettim. YÇF'de
bu 12 öykünün yer alması gerektiğine karar verdik. Başta söylediğim ortak
noktaları gözettik bunu yaparken. Ben keyif aldığım kitaplardaki gibi hızla
akıp gitsin istedim öykülerim. Okuyanların ilk söylediği bu oluyor. Çabucak
bitti diyorlar. Ne mutlu diyorum, biraz da bunu istemiştim. Çabucak bitsin...
“Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa kısaca söz edebilir
misiniz?"
Üretmek benim için bir yaşama biçimi sanıyorum. Yaşamın
anlamını herkes farklı bir şeyde buluyor ben üretmekte buluyorum.
Ürettiklerimin niteliği tartışılabilir ancak durmak niyetinde değilim.
Yıllardır üzerine düşündüğüm parça parça yazmaya da başladığım ancak bir türlü
nihayete erdiremediğim bir roman taslağı üzerine çalışıyorum. Roman, öyküye
göre çok daha sistemli çalışmayı gerektiren bir tür. Bu durum benim gibi
dağınık düşüncelere sahip bir yazarı zorluyor haliyle. Ama denemekten
vazgeçmiyorum. Öyküler de çıkıyor arada. Öykü yarışmaları için belirlenen
temalara göre öyküler yazıyorum. Sipariş üzerine öykü yazmak da mutlu ediyor
beni. Bir tür serüven olarak görüyorum bunu. Şiir... Şiir benim karşılıksız
sevdam. Bir şiirimde de yazdığım gibi "Şiirlerimi orada burada heba
ettim." Belki bir gün diyorum, şairliğin hakkını verebilirsem onları da
bir seçkide toplayabilirim.
“Yazar adaylarına neler söylemek istersiniz, onlar için
tavsiyeleriniz var mı?"
Bu adaya önceden gelmiş bir Roben Crusoe olarak diyebilirim
ki bu adada sesini duyurmanın en temel prensibi sabretmek. Öncekileri okurken
ne yapmak istediğine karar vermenin de önemli olduğuna inanıyorum. 44 yaşıma
yaklaştığım bu günlerde bir uğraşın ilk ürünlerinin en kötü ürünler olduğunu
bilecek kadar tecrübeli olduğumu fark ediyorum. Ürete ürete iyiye doğru giden
zorlu bir yolculuk yazmak. Tüm sanat türleri için geçerlidir herhalde bu
söylediğim. O nedenle en uygun anı beklemek ve sonrasında vitrine çıkmak salık
vereceğim son şeyler olacaktır.
“Bu söyleşi için zaman ayırıp deneyimlerinizi
paylaştığınız için çok teşekkür ederiz. Paylaştığınız bilgiler ve ilham veren
öykünüz bizim için çok değerliydi."
Bu keyifli söyleşi için ben teşekkür ederim.
Yorumlar
Yorum Gönder